top of page

Gelenek ve modernite sarkacında Türk siyaseti


Uzun modernleşme sürecinin sonunda Türk siyaseti gelenek ve 20. yüzyıl modernliği arasında sıkışmış görünüyor. Bütün 19. ve 20. yüzyıllar modernleşmenin farklı aşamalarına şahitlik yapmış siyaset arenasının güç odakları en son demirledikleri yerde ne kendini ne de karşıtlarını memnun edemeyecek bir aralığa kendilerini hapsettiler. Öncekilerin geleneksel yapıdan sıyrılma adına otokratik rejimleri çare diye sundukları geçen yüzyılın modernitesinden sonra yeni muktedirler çare olarak karşımıza geleneği çıkarmaya çalışıyorlar. Sorun şu ki artık ne toplum ne siyasi yapı geleneğin bize vereceklerine razı olmayacak kadar farklılaşmış durumdadır.

Devletler ve onların yönetim şekillerini tanımlayan siyasal sistemler güçlerini dayandıkları ilkelerden alır. Dayandıkları ilkelerle olan bağları ne kadar sağlamsa yönettikleri toplumla kurdukları ilişkiler de o kadar sağlam olacaktır. Yöneten ve yönetilen arasındaki ilişki yapısı da devletin meşruiyet kaynaklarını belirler. Yönetilenlerin tam bir itaatle bağlı oldukları yönetim sistemlerinde yöneticiler daha yüksek bir otoritenin gücüne dayanırlar. Yönetilen kitlenin de sorgusuz bağlı olduğu bu güç aynı zamanda yönetimin meşruiyetinin kaynağını oluşturur. Geleneksel toplumlarda, dinin ve geleneklerin rolü bu şekilde tanımlanabilir.

Geleneksel toplumlarda meşruiyetin mutlak oluşu bunu kullanan siyasal iradenin de her zaman mutlak bir güce sahip olduğu anlamına gelmez. Meşruiyetini aldığı aşkın güç aynı zamanda norm koyucu olduğu için yönetileni olduğu gibi yöneteni de bağlayan normlar kaçınılmaz olarak mevcuttur. Yönetilen ve yönetenin ortak inanç ve kabullenilmiş değerler ile bağlı olduğu ilişkilerde toplumun işleyişini düzenleyen normlar da göreceli olarak daha kolay kurgulanır ve kabul edilir. Ortak değerler, ortak inanç sistemi ve ortak otoriteden kaynaklanan normlar toplumun bütün katmanlarınca sorgulanmaya gerek duyulmadan işlerliğini sürdürür.

Geleneksel toplumlarda farklılıklar öngörülmediği için çoğunlukla farklı olanlar dışarıda tutulur. Farklılıklara geleneksel sistemlerde uygulanan politikalar zaman zaman farklılıklar gösterse de birbirine benzer özellikler gösterir. Geleneksel toplum farklı olan birey ve grupları baskı ile baskın otoriteye uymaya zorlayabilir, tamamen toplumun dışına itebilir, veya sınırları belirlenmiş bir özgürlük ortamı içinde, baskın kültürün kontrolü altında sınırlı bir yaşam alanı sunulur.

MODERN DÖNEM VE MEŞRUİYET KRİZİ

Merkezi devletlerin güç kazandığı modern dönem Osmanlı Devleti'nin de güçlü bir merkezi yapılanma içine girmesini gerekli kıldı. Hem geleneksel toplumsal yapının çözülmesi, toplumu cemaatler aracılığı ile kontrol edebilme imkanının gittikçe azalması, hem de askeri, ekonomik, siyasal ve sosyal alanlarda toplumla daha fazla içli dışlı olma ihtiyacı devleti, toplumun her kesimine ve her alanına nüfuz ve müdahale etme politikalarına yöneltti. Gelenekten gelen meşruiyetin de tesiri ile bir müddet hissedilmeyen sorunlar zamanla daha fazla hissedilir oldu. Özellikle Müslüman olmayan topluluklardaki hoşnutsuzluk zamanla milliyetçilik akımlarının da tesiri ile ciddi bir çatışma ortamı içine sürükledi. Dış saldırılar, çevredeki bölgesel güçlerin ülkedeki bazı topluluklarla kurdukları işbirlikleri bu çözülmeyi derinleştirdi. Toprak kayıpları devletin geri kalan Müslüman topluluklar üzerinde yoğunlaşmasına neden olduysa da etnik kimliklerin temsili konusundaki taleplere ve baskılara dayanamayan “Osmanlı Barışı”nın çözülmesi engellenemedi.

Cumhuriyet de zamanın ruhuna uygun olarak modern devlet konsepti içinde kurgulandı. Her ne kadar 19. yüzyıl etnik milliyetçiliklerin uyanış dönemi olsa da yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın ilk yarısı arasındaki dönem, merkezi devletlerin ve imparatorlukların karşı atağa geçmesi ile sonuçlandı. Merkezi devletler mevzilerini güçlendirmek amacı ile askeri siyasi ataklarla bünyelerindeki başkaldırıları sert bir şekilde bastırmış olsalar bile, toplumlarla aralarındaki meşruiyet kırılmalarına engel olamadılar. Avrupa imparatorluklarının kendi coğrafyalarında ve egemenlikleri altında bulunan sömürgelerde uyguladıkları baskıcı politikalar kısa vadede kopuşları engellese bile uzun vadede psikolojik bir kopmanın başlangıcını oluşturdular. Etnik kimlikler kendilerini yöneten kitle ile aralarındaki meşruiyet krizinin derinleşmesine bağlı olarak verdikleri mücadelelerle 20. yüzyılın ikinci yarısına doğru yeni meşruiyetlerin doğmasına zemin hazırladılar. Yeni etnik/milli temele dayalı yeni meşruiyetler de yeni sorunları beraberinde getirmeye aday idiler. Birkaç örnek dışında etnik homojenliğin imkansızlığı, ve milli kimlik söylemlerinin toplumlardaki diğer etnisitelerde benzer reaksiyonlara neden olması, toplumların içten içe kaynayan kazanlara dönüşmesine neden oldu. Uzun süren etnik çatışmalar, merkezi devletle girişilen güç ve kimlik mücadeleleri, ulus devletler olarak kurgulanan modern devletlerin yeryüzü cenneti iddialarını ve meşruiyetlerini sorgulatır olmuştu.

20. yüzyıl başından itibaren yaşanan bu mücadele ortamı etnik/milli kimliklerle tanımlamakta güçlük çekilen meşruiyet arayışlarında yeni ve çok kullanışlı bir yola yöneltti. Kimliklerin kendi kaderini tayini ideali ulus devletler için tehlike olmaya başlayınca milliyetçi ulus devlet modeli yerini iki farklı ideolojik yoruma bıraktı. Birincisi totaliter tek yapılı milli kimlik oluşturmak için toplum mühendisliği yaparak toplumu tektipleştirmeye çalışmak, ikincisi ise toplumu başka bir ideal(ler) etrafında birleştirmenin formülünü bulmak. Bu yaklaşımlar tabiatıyla daha evvelde kökleri olan ideolojilerin devamı idi. Toplumların ortak sorunlarına cevap verecek yollar arayanlar bunlardan birine sarılmak durumundaydılar.

Modernitenin rasyonaliteyi de beraberinde getirdiği kabulü sıklıkla tekrarlanır. Göz ardı edilen ise modernitenin rasyonalite değil farklı rasyonaliteleri beraberinde getirdiğidir. Farklı rasyonalitelerden bahsederken bu dönemin çoğulculuğu öngördüğü sonucunu çıkaramayız. Farklı rasyonaliteler bu dönemde farklılıklar içinde beraber yaşamanın formülleri olarak değil tek doğrunun adresleri oldukları iddiasıyla ortaya çıkmışlardı. Birbirleri ile çatışma içinde olan bu rasyonaliteler, farklı ideolojik eğilimlerin temsil edildiği bu dönemin ortak özelliğidir.

TEK YAPILI SİSTEMDE İDEOLOJİK YAPILAR ORTADAN KALKTI

Geleneksel yapıların yıkıldığı, yerlerine birbirleri ile çatışan tek yapılı sistemlerin ikame edilmeye çalışıldığı son iki yüz yıllık dönemde devletlerin kendi toplumları ile kurdukları meşruiyet ilişkileri de farklılıklar baş gösterdi. Geleneksel değerlerden gelen meşruiyet artık geçerliliğini yitirdiğine göre yeni meşruiyet alanları ve kaynaklarına ihtiyaç olacaktı. Totaliter ideolojiler uzun bir müddet bu meşruiyet alanını işgal ettiler. Yalnız toplumda karşılığı olması için güçlü propaganda, güçlü iktidar ve sürekli başarıya olan ihtiyaçlarından dolayı en ufak bir tökezlemede bu meşruiyet kaynakları geçerliliklerini yitirmek zorundaydılar. Bu yüzden 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sorgulanmaya başlayan ideolojik yapılar yüzyılın sonlarına doğru birer ikişer ortadan kalkmaya başladılar.

Gelenekten modernliğe geçiş dönemlerinde çok farklı bir mecrada gelişen düşünce akımı da toplum sözleşmesine dayalı, toplumun konsensüsü üzerine kurulmuş devlet tahayyülleri idi. Bu konuda kalem oynatan düşünürler, toplumun ortak bir sözleşme metni üzerinde fikir birliğine varmalarının önemine vurgu yaptılar. Toplumun farklı kesimlerinin, hatta bireylerin rızasını alacak bir ortak metin toplumun farklılıklarını bir araya getirme konusunda başarılı olacaktı. Buna göre; renksiz, ortak değerlere yoğunlaşmış, farklı değer yargılarının ve inançların birbirleri karşısında sınırlandırıldığı bir metin ortaya çıktığı zaman toplum bir arada yaşamanın asgari şartlarını oluşturmuş olacaktı.

Modern dönem gelenekten devraldığı tek yapılı toplum tahayyülünü farklı bir formata taşıyıp milliyetçilikler olarak kurguladığı için toplumsal çoğulculuk ve toplum sözleşmesi ıskalamış oldu. Kurucu iradesi tarafından çoğulcu sistemi bünyesine taşıyabilenler 20. yüzyılın otoriter kalıntılarının da izlerini üzerlerinde taşıyarak kısmen de olsa çoğulculuğu toplumsal ve siyasal yapılarına yerleştirmiş oldular.

İSLAMCI İKTİDAR NEYİN TEMSİLCİLİĞİNİ YAPIYOR?

Türkiye Cumhuriyet geleneği 20. yüzyılın ilk yarısındaki genelgeçer ideolojik yapılanma ile kurgulandığı için uzun süre siyasal çoğulculuğa geçişe direndi. Tepeden modernleşmeci yapısı toplumu dönüştürme arzusu ile birleşince toplumda karşı reaksiyona neden oldu. Bu reaksiyonun patlama seviyesi sistem dışı görülen İslamcı geleneğin toplumda yaygın bir kabul görmesine neden oldu. Yüz yıl boyunca tartışılan ve temelleri ve ilkeleri konusunda hâlâ tartışılmaya devam edilen bu ideoloji, kafası karışık bir nesli de beraberinde getirmiş oldu.

Modern dönemin tek yapılı otokratik değer yargılarının aşılmaya çalışıldığı bir döneme rastlayan İslamcı iktidarların en büyük talihsizliği gelenek ile geçen yüzyılın modernitesi arasında sıkışmış bir fikir halitası ile yoğrulmuş olmaları idi. Söylem ve icraatlarıyla geleneksel toplumun homojen yapısına sıklıkla vurgu yapmaları bu zihni arka planın bir ürünüdür. Muhafazakar değerleri onları geleneğe çekerken, siyasal söylemleri ile geleneğin ikamesi olan otokrat modernist ideolojinin temsilciliğini yapmaktadırlar. Söylemlerinde çoğulculuğun yer alamamasının en önemli nedeni de ideolojik temellerinde bunu koyacak bir yer bulamamaktan kaynaklanmaktadır.

Geleneksel toplumun kutsal ile olan ilişkisini modern dünyaya taşımakta güçlük çekince 20. yüzyılın ilk yarısındaki ideolojik homojenliğin popüler otokrat eylemlerine sığınarak pratiklerini takviye etmeye çalışıyorlar.

Ne geleneksel ne de otokratik ideolojik söylemlerle toplumları tektipleştiremeyecekleri gerçeğini ıskalamış muktedirler ve onların teorisyenleri hem toplumda hem de uluslararası arenada kendilerini ifade etmekte güçlük çekiyorlar. Bu yüzden; toplumdaki farklılıkların temsilcileri olan siyasal partiler ve çoğulcu yapıların onlardaki karşılığı, “Modern dünyanın başımıza bela ettiği kuruluşlar”dır. Bu zihinlerce çoğulculuk ve farklılıklar birlik ve huzurun düşmanı olarak tanımlanabiliyor. Geleneğin homojen yapısı, modern totalitarizmin tektipliği ile birleşince geçmiş yüzyılda sıkışmış bu zihinlerle anlaşılabilecek ortak bir zemin bulmak da imkansızlaşıyor.


Featured Posts
Recent Posts
Archive
Search By Tags
No tags yet.
Follow Us
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page