top of page

Türkiye'de yerli bir çevreci dil oluşturmak


Türkiye'de yıkıcı endüstrileşmenin önüne geçebilecekken inşaat alanlarındaki atılımlarla doğa ile oynamaya başlandı. Yeşil alanlar rant kapısı olarak hızla betonlaşma sürecine girdi. Şehirler plansız ve çirkin yapılaşmaya maruz bırakıldı. İşin kötü tarafı, bunlar yapılırken ciddi bir muhalefetle de karşılaşılmadı. Bundan sonra ülkenin daha yaşanılabilir bir yer olması adına değerlerini ve dinamiklerini yerelden alan bir çevreci harekete ihtiyaç var.

Soma, Ermenek gibi maden faciaları, hidro, termik, nükleer elektrik santralleri, konut ve büyük çaplı yerleşim projeleri, otoyol, havaalanı vs. gibi büyük inşaat projelerinin oluşturduğu çevresel etkiler ve bunların oluşturdukları toplumsal infialler Türkiye'de son günlerde sıklıkla gündeme gelir oldu. Bütün bunlar bir büyüme modeli ve bunun neden olduğu krizlerin açık göstergeleridir. Demokratik ve çevreye duyarlı kalkınmanın dünya gündeminde olduğu şu günlerde ülkemizde böylesi agresif bir büyüme modelinin sürdürülebilirliği ve alternatif büyüme modelleri üzerinde kafa yormak gerekiyor.

Çevre sorunları politikadan bağımsız değildir. Büyük boyutlardaki birçok çevre sorununun sağlı sollu siyasal iktidarların verdikleri kararlar, vermeleri gereken kararları vermemeleri veya geciktirmeleri ile ortaya çıktığı bir gerçek. Bölgesel veya küçük çaplı örgütlü duyarlı hareketler çok etkili olamıyor veya bulundukları yerde devlet/hükümet eli ile durduruluyor. Uluslararası çevre örgütleri ise toplumda şüphe ile karşılandığından etkileri sınırlı olabiliyor.

Asıl can alıcı soru da Türkiye'de çevreye duyarlı bir politik dilin neden oluşamadığıdır. Her ne kadar çevreci hareketler Batı ülkeleri dahil birçok yerde marjinal olarak görülse bile Avrupa'da bir tabana hitap eder hale geldi. Avrupa Parlamentosu'nda 1979 yılında Yeşiller 2,4 oy oranına sahipken 2009 yılında 7,3 oy ile 48 sandalyeye sahip olmayı başardı. Avrupa yeşiller hareketi artık bir sosyal tabana sahip kadrosu ve destekçisi ile Avrupa siyasal skalasında yerini almışa benziyor. Yeşiller hareketi Türkiye'de de siyaset yapmaya çalışıyor ancak içinde barındırdığı üyelerinin siyasi skaladaki karşılıklarından dolayı ya etkili politika üretemiyor veya marjinal bir görüntü veriyor. Ülke sorunlarında öncelik sıralaması konusundaki kafa karışıklıkları da bu başarısızlıklarını destekleyici bir etken oluyor.

19. ve 20. yüzyıllarda gelişen endüstrileşme döneminde Avrupa ülkeleri ve Amerika ciddi çevre sorunları ile baş başa kalmış, 20. yüzyılın ortalarından itibaren bu sorunlarla mücadele için yollar aramaya çalışmışlardı. Alternatif enerji kaynakları üzerinde çalışmaların başlaması, alternatif yaşam alanları oluşturma çabaları bu dönemde hız kazanmaya başladı. Özellikle son yıllarda bu konudaki yapılan çalışmalar ekonomik olarak da ciddi boyutlara ulaştı. Yenilenebilir enerji kaynaklarının erişimi ve kullanılmasında önemli gelişmeler sağlandı. Bugün bazı ülkelerin enerji ihtiyaçlarının neredeyse yarısı yenilenebilir ve doğa dostu kaynaklardan sağlanır oldu. Bu çalışmalar aynı zamanda toplumlarda da çevre bilinci ve duyarlılığı oluşturmaya başladı. Çevre duyarlılığı olan siyasi oluşumlar da bu ülkelerde son zamanlarda bu hassasiyete paralel olarak güç kazanmaya başladı.

Türkiye endüstrileşme konusunda geç kalmışlığı ile agresif ve yıkıcı sanayileşmenin etkilerinden göreceli uzak kaldı. Geç kalmışlığın avantajlarından olan ileri teknoloji ve daha temiz bir sanayi altyapısı kurma şansına sahip oldu. Bununla birlikte çevre duyarlılığının beraberinde getirdiği, zaman zaman AB müktesebatının zorunlu kıldığı düzenlemelerle yıkıcı endüstrileşmenin önüne geçebilecekken son dönemde istihdam ve süreklilik konusunda daha verimsiz altyapı yatırımları ve inşaat alanlarındaki atılımlarla doğa ile oynamaya başlandı. Yeşil alanlar rant kapısı olarak hızla betonlaşma sürecine girdi. Şehirler plansız ve çirkin yapılaşmaya maruz bırakıldı. Düzensiz yoğunluklar oluşturulup sosyal ve ekonomik habitat ile oynandı. İşin kötü tarafı, bunlar yapılırken ciddi bir muhalefetle de karşılaşmadı. Küçük ölçekli mücadeleler de farklı söylemlerle püskürtüldü. Mimarlar odasının, yerel yönetimlerin, bölge halkının, bağımsız çevreci örgütlerin birbirinden bağımsız sesleri çıktıkları yerlerde boğulduğundan toplu bir gür ses çıkma aşamasına gelemedi.

Ülkenin doğal kaynaklarının hızla tüketildiği bir dönemde dinin çevre ile ilgili söylemleri dindar kesimde de karşılık bulamadı. Hak ve adalete önem veren bir dinin müntesipleri bu vazgeçilmez haklarını koruma adına bir varlık gösteremediler. Uluslararası çevreci kuruluşların dış kaynaklı fantaziler ürettiği genel kanaati yerel, özünü kendi değerlerinden alan bir çevreci söylem de geliştiremedi. Bundan sonra ülkenin daha yaşanılabilir bir yer olması adına değerlerini ve dinamiklerini yerelden alan bir çevreci harekete ihtiyaç vardır. Böylesi bir çevreci hareket, ülkenin karşılaştığı çevre sorunları, olası felaketler, var olan felaketlerin bilançoları üzerinde ciddi kafa yorup toplumu da bu yönde aydınlatma ve alternatif projelerle geniş bir toplumsal destek toplama çalışmaları yapmak zorundadır.


Featured Posts
Recent Posts
Archive
Search By Tags
No tags yet.
Follow Us
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page